ANADOLU TÜRKÇESİNİN SULTANI: YUNUS EMRE
Ertuğrul Yaman
Çağlar ötesinden seslenmesinde karşın sesi hala gürül gürül çağlayan Türkmen bilgesi Yunus Emre, daha çok, sufi bir şair olarak tanınır ve bilinir. Yunus Emre, sufilik ve şairlik yönleriyle haklı ve seçkin bir yere sahiptir. Ancak; söz ustası Yunus’un bizlere, milletimize ve Türkçemize öylesine üstün bir hizmeti daha vardır bir belki de onun bu yönü özellikle araştırlmalıdır. Yunus, büyük bir sufi şair olmak yanında, köklerini Yenisey’den Selenga’dan, Orhun’dan alan Türkçe ırmağının Anadolu’da gürül akan bir pınarı olmuştur. Biz talihli nesiller, yüzyıllardır o pınardan kana kana içmekteyiz. O saf, tertemiz Anadolu gözelerinden içtiğimiz o dupduru, o berrak sular sayesinde tıpkı Yunusleyin “her dem yeniden değmakta, her dem yeniden olmaktayız …”
Bir Dil ki…
Türkçe, öyle bir dil ki çağlar ötesinden durmaksızın akıp gelen bir şelale, her daim taze, her daim gürül gürül … Asya’da doğan fakat Afrika’ya ve Avrupa’ya uzanan bir sonsuzluk ırmağı adeta … Öylesine güçlü, öylesine geniş bir derya ki üç kıtayı da güzellikleriyle sulamış, doğayı yeşertmiş, birbirinden şirin meyveler sunmuş bir dil … Kökü mazide, özü halde, gözü atide bir dil … İnsaniyetin, medeniyetin, adaletin, zarafetin, saltanatın, kemalatın, sanatın, edebiyatın, hamiyetin, basiretin dili … İnceliğin, seçkinliğin, yalınlığın, duyarlığın, özgürlüğün, özgünlüğün, öz güvenin, öznelliğin, esenliğin dili … Her toprakta yetişen bin bir güle ana vatan olmuş, kucak açmış, ocak yakmış, eski ile yeniyi kardeş kılmış, dört kıtaya nam salmış, ozanlara el olmuş, dağlara yel olmuş bir dil …
Türkçe Kimin Dili?
Bu dil; Yenisey’le Orkun’un dili, Baykal’la, Balkaş’la Tiyanşan’ın dili, Kaşgar’la Turfan’ın dili, Issık Köl’le, Ala Tav’ın dili, Otrar’la Taşkent’in dili, Amuderya’nın Sirdeye’nın dili, Semerkand’ın Buhara’nın dili, Mezar-ı Şerif’in Tac Mahal’in dili, Daşoğuz’un Harezm’in dili, Hazar’ın Aras’ın dili, Gence’nin Şeki’nin dili, Tebriz’in dili Heyder Baba’nın dili, Bahçesaray’ın Yalıboyu’nun dili, Ahlat’ın, Malazgirt’in dili, Dicle’nin Fırat’ın dili, Seyhan’la Ceyhan’ın dili, kızılırmak’la Yeşilermak’ın dili, Canikler’le Toros’un dili, Çukurova’yla Uludağ’ın dili, Karadeniz’le Ege’nin dili, kıbrıs’la Üsküp’ün dili, Nil’le Tuna’nın dili, Estergon’la Mostar’ın dili…
Bu dil; hanların hakanların dili, sultanların şahların padişahların dili, Mete Han’ın Bilge Kağan’ın dili, Özbek Han’ın, Sultan Alparslan’ın dili, Sultan Sencer’in, Ertuğrul Gazi’nin dili, Kaşgarlı Mahmut’la Yusuf Has Hacib’in dili, Ahmet Yesev’nin Emir Temur’un Babur’un dili, Süleyman Çelebi, Ali Şir Nevayı, Sultan Hüseyin Baykara, Köroğlu’nun, Ebulgazi Bahadır Han, Şeybanı Han, Şah İsmail Hatayı, Kadı Burhanettin, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman’ın dili… Yunus Emre’nin Aşık Paşa’nın, Ahi Evran Veli’nin, Pir Sultan’ın Hacı Bayran Veli’nin, Hacı Bektaş Veli’nin dili… Dede Korkut’un Nasreddin Hoca’nın dili, Genceli Nizamı, Fuzuli, Baki, Nedim’in dili, karacoğlan, Evliya Çelebi, Mahtum Kulu, Mirza Fethali Ahundzade, Abay, Gaspıralı İsmail’in dili… Sabir’in, Mehmet Akif Ersoy, Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Ömer Seyfeddin, Barpı, Yahya Kemal Beyatlı, Abdurauf Fıtrat, Abdullah Tukay, Reşat Nuri Güntekin, Mağjan Cumabyulı, Berdi Kerbabayev, Çolpan, Nazım Hikmet, Ahmet Hamdi Tanpınar, Arif Nihat Asya, Necip Fazıl Kısakürek, Peyami Safa, Aybek, Samed Vurgun, Şehriyar, Tarık Buğra, Aşık Veysal, Cengiz Dağcı, Bahtiyat Vahpzade, Cengiz Aytmatov, Tölögön Kasımbek, Esengul İbrayev, Erkin Vahidov, Yavuz Bülent Bakiler, Oljas Süleyman, Cemal Kemal, İstemi Ham Kuroğlu, Abdulla Aripov, Rauf Parfi, Sezai Karakoç, Abdurrahim Karakoç’un dili …
Çağlar ötesinden süregelen Türkçe, 20, yüzyıla geldiğinde, varlığını farklı coğrayalarda devam ettirmiştir. Türk’ün ince ruhu, güzide dilini gittiği her mekânda yeniden canlandırmış ve Türkçenin farklı yazı dillerini oluşturmuştur. Günümüzde param parça edilmiş de olsa her Türk boyunun kendine özgü bir dili mevcuttur. Türkçenin asli köklerine sıkı sıkıya bağlı olan bu yeni yazı dilleri, Türk dilinin sınır tanımaz gül bahçelerinde boy veren renğarenk çiçekler gibidirler. Aynı milletin mensuplarınca ortaya konan bu yazı dillerinin her biri koku, renk ve tür bakımından birbirine son derece yakındır.
Milletlerin tarihî ve kültürel derinliğinin en önemli göstergesi edebiyatlarıdır. Çünkü edebiyat doğrudan doğruya milletin hayatından kaynaklanır ve yine onu yansıtır. Bu anlamada edebiyat, milletlerin hayat tarzına tutulan bir aynadır. Türk edebiyatı da Türk milletinin engin ruh dünyasını, köklü tarihini, hareketli yapısını, zengin kültürünü yansıtan muhteşem bir aynadır. Türk edebiyatı, bütünüyle, milletimizim tarihi macerasıdır. Edebiyatımız da tıpkı milletimiz gibi asırlara ve coğrafyalara sığmayan bir karakter arz eder. Kamlar, bahşılar, yırcılar, cırcılar, akınlar, jiravlar, ozanlar, şairler, edipler hep Türkçenin ince ruhundan fışkıran duguları terennüm ederler. Saha, Tuva, Altay, Hakas, Uygur, Özbek, Kazak, Kırgız, Kıpçak, Oğuz … halen kendi gülistanlarında rengarenk şiir çiçekleri yetiştirmeye devam etmekteler …
Türk dünyasının muhteşem edebiyatı, Türkistan kadar geniş; Turan kadar sonsuzdur. Destanlarla başlamış, Taşlara kazılmış; deri, tahta ve kağıtlara yazılmış. Yusuf Has Hacib’le irfana doymuş; Kaşgarlı Mahmut’la kendini bulmuş; Ahmet Yesevı ile gönüllere dolmuş; Dede Korkut’la soy soylamış, boy boylamış; Nasrettin Hoca ile güldürmüş; Mevlana ile muhabbete dönüşmüş; Yunus Emre’yle Hakk’a varmış; Ali Şir Nevayı ile denizlere dalmış, Fuzulı ile çöllere düşmüş; Köroğlu’yla coşmuş, Akif’le pişmiş; Yahya Kemal’le özlenmiş; Çolpan’la parlamış; Şehriyar’la hatırlanmış; Cengiz Dağcı’yla ağlamış; Cengiz Aymatov’la gürlemiş …
Yunus Emre ve Türkçemiz
Yunus Emre, Ahmet Yesevı’nin Türkistan’da başlattığı yalın ve hikmetli Türkçe hareketini sade fakat derin şiirleriyle Anadolu’da çok daha başarılı bir şekilde devam ettirmiş, Türkçe ırmağının sularını Anadolu’nun her köşesine ve hatta bütün Türk yurtlarına ulaştırmış üstün bir şahsiyettir. Şiirlerini bilim edebiyat ve devlet dili olarak Arapça ve Farsçanın kullanıldığı bir dönemde halkının konuştuğu Türkçe ile yazması, Türk dilinin tarihi için önemli bir adımdır. O, yalnız kendi döneminin halk Türkçesini kullanmakla kalmamış, bu dili duygu ve düşünceleri çok rahat ifade edebilen bir musikiye de kavuşturmuştur. Yabancı sözcükleri dahi Türkçenin dahi Türkçenin zevkine, inceliğine, estetiğine, ses mimarisine, sanatlı anlatımına katmıştır. Bu bakımdan denilebilir ki Yunus, günümüze kadar gelen zarif Türkçenin de temellerini atmış bir şairdir.
Yunus, Türk dilini, Anadolu’da halk söyleyişine en yakın, en etkili ve ustalıklı bir biçimde kullanmayı başaran; Allah’a, insanoğluna karşı duyulan samimi sevgi ve hoşgörüyü en güzel en canlı, en heyecanlı bir üslupla terennüm eden büyük bir şairdir. Onun sanatı; gücünü insanlık aşkından, fazilet duygusundan, geniş bir din anlayışından, sevgi ve huzur içinde yaşama özleminden almaktadır. Onun şiirleri ve sözleri bir hikmet kervanıdır. Her bir beyti, tüm insanlığa armağanıdır. Ders de verir, destek de … Akıl da verir fikir de … Huzur da verir sürur da … İçini de döker içi de yakar:
“Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm
Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi”
“Bir hastaya vardunısa bir içüm su virdünise
Yarın anda karşu gele hak şarabın içmiş gibi”
“Derviş Yunus söyle sözü, yaş dolmuştur iki gözü
Bilmeyen ne bilsin bizi, bilenlere selam olsun”
“Çok söz hayvan yükidür, az söz erin görkidür
Bilene bir söz yiter, canda gevher varışa …”
Yunus Emre; “Gören göz değil, gönüldür.” Diyor ve ilave ediyor; “Cümle yerde Hak nazır, göz gerektir göresi.” Diyen sufi şair Yunus Emre’nin güzel dili ile Türkçemiz Anadolu’da yeniden yeşermiştir.
Anadolu Pınarı Bizim Yunus
Yunus’un tek özelliği, şiirlerini Türkçe yazıp söylemesi değildir. Onun gerçek marifeti, Arapça ve Farsçanın moda olduğu bir devirde yalın ve derim bir söyleyişle Türkçenin Anadolu’da yeni bir kurucusu olmasıdır. Yunus Emre de tıpkı Sultan Alparslan gibi bir han, bir sultandır. Alparslan, Anadolu’da Türk Devleti’ni; Yunus ise, Türkçe Devleti’ni kurmuştur. Nitekim yeni bir dilin kurucusu olmak, yeni bir devletin kurucusu olmaktan daha az değerli değildir. Yunus Emre, kökenleri Anadolu’dan Sibirya’ya, Turfan’a, Kaşgar’a kadar uzanan Türkçe çınarının Anadolu topraklarında filizlenmesine ve kök salmasına öncülük etmiş üstün bir sanatçıdır. Onun şiirleri sayesinde Türkçe, Anadolu’da geniş halk kiteleri tarafından canlı tutulmuş ve yeni bir yazı dilinin temelleri atılmıştır. Onun sayesinde Türkçenin en güçlü ve berrak sesi, Anadolu’da farklı bir kıvam ve letafet kazanmıştır. Edebiyat alanındaki derin araştırmaları ile çığır açan Nihad Sami Banarlı, Yunus Emre’nin Türk halkının gönül dünyasındaki yerini şöyle belirtir: “Her inanmış Türk evladının hafızasında, gönlünde ve dilinde dolaşan ilahileri Yunus Emre ile Türk Milleti ve Türk Milleti ile Yunus Emre arasındaki yedi yüz yıllık bitmez, tükenmez bir gönül macerasının aziz besteleridir.”
Yunus’un Türkçeyi kullanmadaki en önemli özelliği, yapmacıklığa kaçmadan açık, basit, yalın bir anlatımın içine, geniş ve zengin anlamlar sığdermasıdır.
Onun şiirlerinde, güzellikleri, doğruları anlatan didaktik, kuru bir dil yoktur; kolay anlaşılan, ana Iirik ve beraberinde din ve tasavvuf kültürünün bütün birikimlerini de taşıyan ve çağrıştıran çok veciz bir söyleyiş ve bir o kadar da şiirinin konusuyla uyuşmuş bir ahenk vardır. Yunus’un şiirleri tabii bir samimyetin ve coşkunun ürünleridir. İlahi ihlamın, derin aşkın, taşkın vecdin ifadeleridir. Yani, Yunus’un şiirinin kaynağı akıl, değil; gönüldür, ruhtur. Yunus, başta insan olmak üzere, canlı cansız bütün varlıklarda Allah’ın yaratıcı gücünün güzel izlerini bulan “vahdet-I vücud” anlayışı içerisinde, yaratandarı ötürü yaratılmışların tümünü seven bir aşk şairidir:
İşidün iy yarenler ışk bir güneşe bezer
Işkı olmayan gönül misali taşa benzer
Taş gönülde ne biter dilinde ağu düter
Nice yumşak söylese sözi savaşa benzer
Işkı var gönül yanar yumşanur muma döner
Taş gönüller karamış sarp katı kışa benzer
Ol sultan kapusunda hazreti tapusunda
Aşıklarun yıldızı her dem çavuşa benzer
Geç Yunus endişeden gerekse bu bışeden
Ere ışk gerek öndin andan dervişe benzer
Esenlik Şelalesi Yunus
Yunus Emre’nin geniş halk kitlelerince bunca sevilmesinin en başta gelen sebebi, hiç şüphesiz kaynağını İslam’ın evrensel ilkelerinden alan tüm insalığı kucaklayan sevgisidir. İkinci sebep ise, kullandığı yalın, derin ve içten Türkçesidir. Onun Türkcesi sular kadar serin, deryalar kadar derin, ovalar kadar engin, krallar kadar zengindir. Dağlar kadar ulu, ormanlar kadar sulu, bulutlar kadar dolu, muhabbettir her daim yolu … Onun şiirleri bir şelale gibidir; okuyana serinlik, dinleyene derinlik, anlayana güzellik, yaşayana velilik ikram eder:
Taştın yine deli gönül
Sular gibi çağlar mısın
Aktın yine kanlı yaşım
Yollarımı bağlar mısın
N’idem elim ermez yâre
Bulunmaz derdime çare
Oldum ilimden avare
Beni bunda eğler misin
Yavı kıldım ben yoldaşı
Onulmaz bağrımın başı
Gözlerimin kanlı yaşı
Irmak olup çağlar mısın
Ben toprak oldum yoluna
Sen aşırı gözetirsin
Şu karşıma göğüs geren
Taş bağırlı dağlar mısın
Değerlendirme ve Sonuç
Yunus Emre’yi anlatmak için ne kalem yeter ne de kelam! Zira uçsuz bucaksız deryayı hangi söz edebilir tavsif: Gürül gürül akan ırmağı hangi dize edebilir tasnif? Her biri la ü mercan olan onca sözü tevkif edebilir musannif? Yunus, bitmez tükenmez bir kan-ı irfandır arife, dürr-i mekandır alime ve bezm-i safadır akile … Yunus bir İpek Yolu çarsısıdır; her bezirgân onda elbet kendine yaraşır bir meta bulur. Hiçbir sözü zayi değildir. Yeter ki okuyan alim gerek, dinleyen arif gerek! …